Bursa’ da bir hanlar bölgesi var. Son günlerde de şehir merkezindeki bu bölgenin ortaya çıkarılma çalışmalarına büyük bir hız verildi. Büyükşehir için şu anda en gerekli şey olmasa da yapılan güzel bir iş. Yurtdışında tarihi bölgelerin etrafında göremeyeceğimiz yapılanmalar vardı, onlar ortadan kaldırılıyor. Hem de hiç ayrım yapılmadan. Çocukluğumdan beri gelip gittiğim, bir süredir de içinde sürekli yaşadıığım bu şehrin çeşitli isimlerle anılan hanlarını seviyorum… İpek Han, Kapan Han, Emir Han, … Ama en çok sevip benimsediğim, içinde farklı şeyler hissettiğim, adı Koza Han olanı. Aslında ilk adı farklıymış, bunu da yeni öğrendim. Bir zaman burada gümüşçüler bulunduğu için “Simkeş”, “Sırmakeş” diye anılırmış.(Sim: Gümüş) Bursa’ daki hanlardan bir yanıyla daha ayrılıyor aslında, “Kervansaray” diye sadece o anılmış bugüne dek.

“Ulucami tarafındaki alçak kapıdan girdiyseniz, muhtemelen şehre yabancısınızdır, turistik merakla girdiniz.Belki şehre aşinasınız ama oturmaya niyetiniz yok.Hanın ikinci katındaki ipek satıcılarıyla işiniz var. Ödenmemiş bir senedin ya da ipek bir eşarbın peşindesiniz. Kapalıçarşı tarafından girdiyseniz soluklanmaya ihtiyacınız var demektir…. Eğer Orhan Camiininin aralığındaki kapıdan girerseniz sizin almakla, vermekle, gezmekle işiniz yok. … Ne şehrin keşmekeşi, ne otomobillerin küstah gürültüsü , ne gündelik hayatın hayhuyu ne de zaman, hiç biri aşamaz taş duvarları. Herşey dışarda kalmıştır. İçine girdiğiniz koza sizi modernizmin çılgın atlarından uzak ve toz dumandan azade tutar. Ama yok ben bunların hiçbiri değilim. Ben dördüncü kapıdan girdim diyorsanız, ben size ne diyeyim? Koza hanın iç avluya açılan dördüncü kapısının hem girişi, hem de çıkışı sanki ehil olmayan gözlerden gizlenmiş gibidir.Bir şehirle gizli kapıları ve yolları bilecek kadar içli dışlı olmuş birinin rehbere ihtiyacı mı olur? O zaten şehir olmuştur.” -Yücel BALKU’ nun anlatımından. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve BURSAV’ ın “Bursa Çarşısının İncisi Koza Han” adlı kitabından alıntıdır. (Raif Kaplanoğlu ve Aziz ELBAS)
Evet, bu güzel hanın dört kapısını da bilip Kapalıçarşı tarafındaki taç kapısından girmeyi, oradan iç avluya geçmeyi sevenlerdenim. Tüm sevdiklerimle orada buluşur, çok sevdiğim çayını içer, tüm misafirlerime muhakkak orayı gezdiririm. Haaa, bir de yurtiçi ve yurtdışı aldığım tüm hediyeler de buradandır genelde. Gidersem başka bir şehre, özleyeceğim bir kaç yerden en başta geleni bu güzel han olacaktır, eminim. Ne çayını, ne simidini, ne sohbetini, ne yağmurunu…hiç bir şeye değişmem.
Geçmiş yüzyıllarda Bursa özellikle ipek dokumacılığı ve ipeğiyle anılan bir şehirmiş. Şimdi bile Bursa ipeği canlandırılmaya çalışılıyor. Çocukluğumda şehirde sokak aralarında ibrişim yapan, kozadan ipek çıkaran atölyeler vardı. Bursa’ da büyüyen çocuklar hiç bir ağaç bilmese de dut ağacını bu yüzden tanırdı. Yapraklarını bir kutunun içine serer, kozayı delip çıkmasına izin verilen tırtılın hareketlerini ve yeniden yumurtlamasını izlerdik. (Bunu bize bir güzellik olarak yaparlardı belki onlara da birkaç günlük bir güzellikti, zira canlı canlı kaynar suya atılıp ipekinin alınmasından iyiydi. Çünkü içinden delip çıkmasına izin verilen koza artık işe yaramaz hale gelirmiş. Hep üzülürdüm onlara.

Anadolunun ve Avrupanın en önemli ipek üreten merkezi Bursa’dan, İbni Batuta 1330 lu yıllarda söz etmiş.1501 de de Floransalı Maringhi’ nin Çin ipeğinden daha kıymetli olduğunu yazdığı bu ipeklerin sadece Osmanlıyı değil diğer avrupa krallarını da giydirdiğini arşivimizden öğreniyoruz. Milattan 2600 yıl önce çinde keşfedilen ipekböceğinin sayesinde koskoca bir yola bile adını vermiş, bu ipek diye anılan ürün.
Kitaplığımdaki bu güzel kitaptan okuduğum bir de hikayesi var ipekin.
Bir zamanlar Çin’de Lişing adlı bir kız varmış. Bir gün Begobe tapınağının yanında nişanlısını beklerken vefasız nişanlı yine gelmeyince ağlamaya başlamış. Bir kelebek ona , “Bu gölgesinde durduğun ağaç yararlı ve kutsaldır. Dallarına yuva kurdum, bak onlara, o yuvanın adı KOZA dır demiş. Hemen kozaları devşirip o ipekten kendine bir elbise yap, giy onu, nişanlın bir daha seni bırakmaz” demiş. Söyleneni yapan kız nişanlısına bu elbiseyle yüz kat güzel görünmüş ve bir daha hiç ayrılmamışlar.”
Uzun yüzyıllar boyu sırrı saklanan ipek için ölüm cezaları bile verilmiş, ama ülkeden çıkmasına engel olunamamış. Dünyaya Türklerin yaydığı söylenmekte. M. Ö. 149 yılında hotan hakanı Çin prensesiyle evlenir ve prenses güya armağan olarak yüz tane kozayı saçlarının arasında getiri. Bizans zamanında (552) iki rahibin bastonlarının içinde Anadoluya getirdiğini okuyoruz.
Her nasılsa bize gelen bu güzelliğin hakkını zamanında çok güzel vermişiz. Tekrar ve günümüz koşullarına uygun olarak, ipekçilik canlandırılmaya çabalanıyor. Geçmiş yıllarda Tekstil Mühendislerinin bir toplantısında yeniden elime değen kozalar beni çok mutlu etmişti.
Dilerim başarırız. En sevdiğim ikinci han olan İpek han da , belki sadece geçmişinin adıyla değil, yine ipeğiyle de anılmaya başlar.
Bir semtin adı bile olan İpekçilik… Kim bilir…
SUNA ÇİFTCİ