Nedense bir şeyler karalamaya başladığımda hep kendimi yaşanmışlıklarımın bir yerlerine göç etmiş buluveriyorum. Sadece yazarken de değil, bir şeyler anlatmaya başladığımda da illa ki ya eski bir anı, ya eski bir kelimeyle de açıklamaya çalışma, ya da geçmişten bir örnekleme eklenip geliveriyor anlatıya. Belki hepimiz de öyleyizdir, bilmiyorum. Uyarı aldığım da olmuştur bundan dolayı; “Çok nostaljik takılıyorsun!” ,”Yine nostalji yaptın.”… Evet, aslında bir şeylere “takılıyorum”, ama takılan, kulaklarım. Bir kelimeye dönüp bakayım o zaman; “nostalji” Dilimize kimbilir ne zaman girdi farkında değilim ama eskiden bu denli çok kullanılmazdı. Olur olmaz her şekilde de karşımıza çıkıverir oldu artık.
Kelimeleri seviyorum. Bazan birinin peşinde saatlerimi harcayabilirim. İlk kez duyduğum ses kulağıma hoş gelen bir kelime olur bu bazan. Bazan anlamını yanlış bildiğim biri. Bazan da hiç bilmediğim bir tanesi. Çoğu zaman da İngilizce, Fransızca, Latince, Arapça-Farsça oluyor. Dilimizdeki yabancı kelimeler aslında oldukça fazla. Bu konuda da gün geçmiyor ki bir tartışma okumayalım. Bir kelimeyi aynen alıp kullandığımız haller var mesela. Radyo, Tren, Gardrop gibi…Bunlardan içselleştirebildiklerimiz var, yerine koyduğumuz türetilmiş kelimelere alışamıyoruz bazılarının. Ama özellikle internetten sonra, bir önceki kuşağın anlayamadığı değişip dönüşmüş, soysuzlaşmış kelimelerimiz de var artık. Nostalji, zararlı gördüğüm bu gruba dahil değil tabii ki. Dilimizdeki karşılığını geçmişe özlem olarak söyleriz de, aslında bunun karşılığı tek bir sözcük de varmış. Ne yalan söyleyim, “çağsama”yı duymadım pek. Ama hoşuma gitti. Bundan sonra eski günlerden söz ederken “çağsıyorum” diyebilirim.
Bütün bunları dedikten sonra bugün hangi duyguyla yazdığıma geleyim bari. Sanırım daha önce kitaplığımı (kütüphane mi demek daha doğru olur bilmiyorum. Ben ikisini de kullanıyorum nasılsa) yerleştirmeye, düzenlemeye çalıştığımı söylemiştim. O kadar iyi oluyor ki, günlerce sadece bunu yaparak evde zaman geçirebilirim. Bazan bir kitabımın çizdiğim sayfalarına bakıp o günlerdeki düşüncemden bugüne nasıl da farklılaştığıma şahit oluyorum. Bu yüzden de çok sevdiğim bir kaç kitabı belli zaman aralıklarıyla yeniden gözden geçirmeyi severim. Tabii ki biri habersizce alıp götürmemişse. Ölçü olacaksa, elimdeki Tutunamayanlar dokuzuncu kez aldığımdır. Tabii ki okunuyor olması güzel ama keşke Dünya Nimetleri gibi kitapların özene bezene aldığım ilk baskılarına şimdi de sahip olsaydım. Bu kesinlikle “geçmişe özlem” duyma değil,” geçmişe özen” gösterme bence.
Seviyorum kitaplarımı. Hatta artık o kimsenin evlerinde bir türlü yer bulup sığdıramadıkları ansiklopedileri, hiç bir işime yaramayacak olan üniversite ders kitaplarımı. Geçengün onları karıştırdım. Öyle ki bazılarının açılmamış sayfaları var. Yok, öyle “seni tembel” demeyin canım, öyle değil o. Okulu bitirmeye karar verdiğimde, yalnız başıma verimli çalışamadığım için derse devam eden arkadaşlarımın özel notlarından çalışmıştım. Sayfasını açmadığım kitaplar genellikle laboratuvar dersleri de olanlardı ki, onlara zaten girip başarmadan bitmezdi o okul. İşte içindeki bazı bilgilerin bile güncellendiği o kitapları bile evlat gibi bağrıma basıyorum hala. Mesela ilkokuldayken sahip olduğum en değerli bilgi kaynağım Hayat Ansiklopedisi idi. Bordorengi 6 ciltten oluşan bir set. Merak edip baktım, internette hala gören bilen var mı diye. Sadece seksen liraya sahafta var 6 cildi birden. Oysa babam onu taksitle alıp aylarca ödemişti ben birinci sınıfa giderken. Hala duruyorlar. Ne çok üniteyi onlardan da öğrenerek geçmiştim. Üstümde emekleri var hani yani. Tabii ki sonradan çocuklarım için edindiklerim de oldu. Onlar da artık gençler tarafından evde gereksiz görülenlerden. Bense hala bir okul bulup onları yollamaktan yanayım. Belki başarırım, değilse de varsın dursunlar.
Bizim kuşak böyle sanırım. Hiç bir zaman teknolojiye sonuna dek güvenemiyorum. Evet, hepsi, hatta daha fazlası vardır internette o sevip tek tek arşivlediğim müzik albümlerinin. Ama ben hala kasetçalarda çalınacak olanlarını atamıyorum. Plaklarım,CD lerim de var, onları çalabileceğim sistemim de. Ya bir gün internet olmazsa, ya da tüm o bilgiler silinirse? Distopik bir yaklaşım olabilir, ama var böyle bir olabilirlik. Hiç birini atmayı düşünemiyorum. En azından yaşarken. Sonrası zaten beni ilgilendiren bir şey değil. Evet, çok doğru, yaşam alanımı azaltıyorlar belki, ama bir kaç elbiseyi ya da bir iki mobilyayı evden çıkarmak daha doğru geliyor bana. Evlerin içinde yaşayanlarla birlikte bir ruhu olmalı, vardır. Neyse, bundan sonraki buluşmamızda evlerin ruhunu aktarmaya çalışırım sanırım.
Sevdiğiniz kişilerle, kelimelerle , şiirler, şarkılar, objeler, sevdiğiniz her ne ise …onlarla güzellikler diliyorum.
SUNA ÇİFTCİ