Sanatla doğan, sanatını doğuran bir güneş ‘2’

Sanatla doğan, sanatını doğuran bir güneş ‘2’
Paylaş

Radyo programının aynı haftası Şükrü Tunar’ın eseri”Bir Muhabbet Kuşu” şarkısının plağını yapar ve  bu plak onun tüm Anadoluda tanınmasına yardımcı olur. Zira Istanbul radyosu orta dalgadan belli yerlerde dinlenebiliyordur o zamanlar. Ama Zeki Müren heryere-herkese seslenmek ister o güzel yorumuyla. Bu en büyük isteğidir, insanlarla buluşmak… Plaklar bunu sağlar ve eşsiz sesiyle, daha ilk plak ile hemen herkesin sevgilisi olur. Radyo günleri de, ilk başarısının ardından düzenli olarak, çoğu canlı yayın programı olmak üzere onbeş yıl kadar devam eder. Bu yükselişte istikrarını bozmayıp, kendini plak ve sahne çalışmalarına da verir doğal olarak. 600 civarında plak, kaset doldurur, bende hâlâ duran kaset ve plakları var. Bir kısmı babamdan ve annemden, bir kısmı da kendi aldığım… – Bu arada, annem onun bir sınıf geriden ortaokul arkadaşı olmakla hep övünürdü rahmetli, hâttâ o yıllardaki sevgilisi olan kız öğrencinin fotoğrafı bile vardı annemde, çok da güzel bir kızmış yani

1955’te çıkarmış olduğu “Manolyam” isimli eseriyle Türkiye’de ilk kez verilen “Altın Plak Ödülü”nü de kazanan Zeki Müren üstadımız, aynı zamanda “Türkiye’nin en çok konser veren ses sanatçısı” ünvanına da sahiptir. Yılda 100 konser gibi.

Zeki Müren, ilk konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verir. Alışılmışın dışında, tüm konserlerinde, kendi tasarladığı kıyafetleri giyer ve saz ekibine de tek tip kıyafet giydirirdi. İlk konserinden başlayarak bunu bir ilke haline getirdiğini biliyoruz. ( Bu konuda yine çok anılar var, ancak sadece şu kadarını bilelim: İlk konserinde, kendisi önce beyaz frakla beş eser, sonra siyah frakla beş eser ve en son da bordo işli bir frak kostümle beş eser okuyarak çıkacağı için arkasındaki saz heyetinin de tek tip ve özel giyinmiş bir takım halinde olmasını ister. Her biri farklı giyinen saz sanatçılarıdır ve gözüne iyi görünmez güzelliğe aşık Zeki Müren’in… O saz heyetinde kimler yoktur ki; Selahattin Pınar, Sadi Işılay, İsmail Şençalar, Yorgo Bacanos, Kadri Şençalar, Şükrü Tunar, Necdet Gezen, Fevzi Aslangil, Hakkı Derman. İlk prova sonrası onları bir köşeye çekip “Ne olur sayın üstatlarım, şu kıyafetlerinizi bir gözden geçirelim. Biliyorsunuz ben üç değişik kostüm giyeceğim. Siyah smokin yaz konserlerinde olmaz ama, mavi ceket, gri pantolon ve gri papyon gibi bir şey giyseniz de, bana öyle eşlik etseniz. Bu Türkiye’de hiç yapılmadı. Sizin sayenizde de bu yeniliği ben getirmiş olsam!” deyince bir itiraz gelir: “Zeki bey, ben her zaman şık giyinirim. Her gün ayrı kravat, ayrı gömlek giyerim. Kostümlerimi de özenle seçerim. Ben sahnede herkesin giydiği formaları giyemem…” şeklinde, Selâhattin Pınar’dan. Şaşırır. “Canım üstadım, diğerlerine de bu konuda siz örnek olun. Siz giyerseniz onlar da giyerler!” deyince o da  kabul eder ve konsere öyle çıkarlar. 26 Mayıs 1955 gecesi… Küçük Çiftlik Parkı Gazinosu’nda yer yerinden oynar. Alkışlar, tebrikler, çığlıklar… Sahneden inemezler ve bir “Sanat Güneşi” olmak yolunda o gece ilk adımı atmış olur. Behiye Aksoy ile birlikte dönüşümlü olarak tam onbir yıl Maksim gazinosunda sahneye çıkar Müren . Maksim de gazino hayatında nasıl bir markadır, herkesin malumu tabii.

Evet o bir Zeki MÜREN’di ve sanatın her alanında ahtapot gibi bir kolu vardı. Sinemada da etkinliğini gösterir tabii ki. 1954 yılın da ”Beklenen Şarkı” adlı filmde oynayarak. Başarısı devam eder ve film şarkılarını kendinin bestelediği 18 filmde daha oynar. Çocukluğumun en güzel anılarındandır, Çarşamba günleri Eskişehir-Köprübaşında, annemle sinemanın “kadınlar gününde” bir Zeki Müren filmi izlemek. ( Pazar günleri de babamla kovboy filmi izlerdik)

ZEKİ MÜREN FİLMLERİ:

Beklenen Şarkı  (1953), Son Beste  (1955), Berduş (1957), Altın Kafes  (1958), Kırık Kalp (1959), Gurbet (1959), Aşk hırsızı (1961), Hayat bazen tatlıdır (1962), Bahçevan (1963), İstanbul Kaldırımları (1964), Hep o şarkı (1965), Düğün gecesi (1966), Hindistan Cevizi (1967), Katip (1968), İnleyen nağmeler (1969), Kalbimin sahibi (1969), Aşktan da üstün (1970), Rüya gibi (1971) Evet, hepsi çok hoş filmlerdi, siz de mutlaka izlemişsinizdir birkaçını..

Sinema olur da tiyatro olmaz mı? Olmaz olur mu, elbette vardı. 1965 yılında Çay ve Sempati adlı tiyatro oyununda da baş rolde oynayarak kariyerinde zirve yapar. Oyunculuk dışında 100’e yakın şiir de yazar. Bu şiirlerini topladığı ”Bıldırcın Yağmuru” adında 1965 de çıkardığı bir şiir kitabı var. İnternette seslendirilmiş şiirleri de var artık. Şiirlerin bazıları; Kazancı Yokuşu, Kendimi Arıyorum, Alınyazım, Çim Makası, Son Kavga, Bursa Sokağı … Keşke o günlerdeki bir baskısını bulsam o kitabın, ne güzel olurdu… Hiç bir sahafta bulamadım şimdiye dek.

Zeki Müren, hayatının son zamanlarında kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığıyla mücadele ederken 1980 yılında, sahne hayatından uzaklaşarak, Bodrum’daki evinde dinlenmeye, daha sakin ve stressiz, şehrin karmaşasından uzak yaşamaya karar verir. TRT İzmir Televizyonunda kendisi için tören düzenlendi. 45 yıl önceki ilk konserini verdiği ve kendisine armağan edilecek olan mikrofon elinde iken… Kalbine yenik düşerek son repertuarını okuyamadan aramızdan ayrıldı. Zeki Müren 7 şarkılık kasetini tamamlayamadan aramızdan göçtü. Sahnelerde verdiği 3 yıl aradan sonra; Müren’in çıkarmayı düşündüğü son kasetinde okumayı düşündüğü ilk şarkı, Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı ile birlikte, “Kimseye etmem şikayet”, ikinci şarkı “Bir ihtimal daha var” olacaktı. Üçüncü sırada “Gündüzüm seninle gecem seninle” şarkısıydı. Müren; daha sonra sırasıyla “Doymadım sana”, “Dediler zamanla hep” ve “Beklenen Şarkı” parçalarını okumayı planlıyordu. Fakat bu arzusu gerçek olamadı. O günün tarihi 24 Eylül 1996 idi. “Dertli gönüllere giren Zeki Müren”, radyo ile doğmuştu ve TRT ile de hayatı son buldu… Nasıl bir raslantıysa bilinmez, pek çok sahne sanatçısı gibi en çok istediği şekilde, sahnede hayatını yitirdi. Cenazesi Bursa’ya getirilerek ailesi ve sevenlerinden oluşan büyük bir kitlenin katılımıyla defnedildi. Emir Sultan Kabristanında babası Kaya Müren beyfendiyle birlikte yatmakta sevgili Zeki Müren’imiz… Her 24 Eylül’de adını taşıyan güzel Sanatlar Lisesi, Mehmetçik Vakfı, Türk Eğitim Vakfı ve musikiyle uğraşan çeşitli kuruluşların, sevdiklerinin katıldığı törenle anılıyor Zeki Müren. Sesiyle de her daim bizimle zaten.

Ölümünden sonra tüm mal varlığını, vasiyetle Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik Vakfına bırakan sanatçının bağışlarıyla her yıl çok sayıda öğrenci burs almakta ve bu sayı mezunlarla birlikte binleri bulmaktadır… Kendi çocuk yetiştirememiş bir sanatçının, ülkeye katkısı binlerce sanatçı ve her meslekten gençler yetiştirmek olmuştur, daha güzel ne olabilir ki bir insan için?

Evet buraya kadar onun kronolojik yaşamına çok kısaca değinerek geldik. Aslında gerçekten de yapması gereken herşeyi yapmış bir insan olarak bu dünyadan gittiğini söyleyebiliriz ama onun gibi üretken insanlar için , “daha çok yıllar yaşasaydı” demekten kendini alamıyorum, keşke öyle olsaydı… 65 yaş hiç de uzun bir ömür değil. Onunla ilgili söylenecek, yazılacak çok fazla şey var, ne desem az-ne yazsam eksik…

7’den 70’e, genç- yaşlı, aşık- dertli hemen hemen her kesime hitap eden eserleriyle, pikapların, her türden teyplerin, şimdilerde telefonların hoparlörlerinde sesinin tüm âhengiyle güzel duygular yaratan Zeki Müren, her 24 Eylül’de mezarı başına gidip andığımız üstad, yıllar nasıl da çabuk geçmiş… Gerçekten de annemin, benim, pek çoğumuzun üzüntüsü ve şaşkınlığı daha dün gibi. İnsan onun öldüğüne inanamıyor. Hoş, okul arkadaşı annem de öldü ya artık…

Rast, Hüseynî, Muhayyer, Tahir, Yegâh, Nevâ, Gerdaniye, Eviç, Ferahnâk, Segâh, Kürdî, Acemkürdî, Acemaşîran, Muhayyerkürdî, Ferahfeza, Sultaniyegâh, Hicaz, Nikriz, Zavil, Nihâvend, Şedaraban, Neveser, Sûzinak, Hicazkâr, Bestenigar, Şefkefza, Hüzzam, Karcığar, … Saba ve Muhayyer kelimeleri onun için “hayat” demekti. Her makamda yüreği farklı bir şevkle atardı Zeki Müren’in…

ALBÜMLERİ:

Senede Bir Gün (1970)-Pırlanta 1 (1973)-Pırlanta 2 (1973)-Pırlanta 3 (1973)-Pırlanta 4 (1973)-Hatıra (1973)-Anılarım (1974)-Mücevher (1975)-Güneşin Oğlu (1976)-Nazar Boncuğu (1977)-Sükse (1978)-Kahır Mektubu (1981)-Eskimeyen Dost (1982)-Hayat Öpücüğü (1984)-Masal (1985)-Helal Olsun(1986)-Aşk Kurbanı (1987)-Gözlerin Doğuyor Gecelerime (1988)-Ayrıldık İşte (1989)-Karanlıklar Güneşi (1989)-Zirvedeki Şarkılar (1989)-Dilek Çeşmesi (1989)-Bir Tatlı Tebessüm (1990)-Doruktaki Nağmeler (1991)-Sorma (1992)

Ölümünden Sonra Yayınlanan Albümler;

Muazzez Abacı & Zeki Müren Düet (2000), Selahattin Pınar Şarkıları (2005), Sadettin Kaynak Şarkıları (2005), Zeki Müren: 1955-1963 Kayıtları (2005), Batmayan Güneş (2006), Baş başa Radyo günleri 1-2-3 (2008), Lunapark Konseri (2009), Saklı Kayıtlar 1952 – 1984 (2009)

Her zaman olduğu gibi hepinize en engin sevgilerimi, en derin hürmetlerimi arz ediyorum, lütfen kabul buyurunuz efendim. Sağ olunuz…”, “Canımdan çok sevdiğim aziz ve muhterem dinleyicilerim ve de çok saygıdeğer seyircilerim; şu anda huzurlarınızda olmak ne kadar mutluluk veriyor bana, bir bilseniz… Kelimelerle tarif edemiyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun diyorum. Her zaman olduğu gibi en içten sevgilerimi ve en derin hürmetlerimi sunuyorum sizlere…” Bu tür bir konuşmayı onun her hangi bir radyo ya da tv programında duyardık. Türkçeyi en güzel haliyle konuşan, güftedeki tek bir harfi bile atlamadan şarkıları seslendiren biriydi o. Ve şüphesiz bir saygı ve zerafet timsali. Bir zaman sanırım Pazar günleri öğleden sonraları bir lastik firması için reklam programı yapıyordu, oradaki konuşmalarını da asla unutamam. Halit Kıvanç’a bir yarışmada (Sarmaşık) hiç hatasız söylediği “Boz ala boz başlı pis porsuk” diye bilinen en zor tekerlemeyi de.

Her adımı olay, her yaptığı sükseydi… Saz heyetine giydirdiği “smokinler” ile gazinolara getrdiğyeni ruh, “ciddiyet” … Küpeyle, mini etekle sahne alması, Çankaya davetine “apartman topuklu” ayakkabılarıyla gitmesi… Türkiye’de gündem Zeki Müren’di… Yaşamı boyunca hep tartışılan, gündemde kalan kişi oldu. Yaşarken de sonrasında da pek çok sansasyonel dedikoduya da bulaştırmaya çalıştılar adını, sözde sanatçı ve gazeteci olanlar bile, ne yazıktır onlar adına. Anlamak mümkün değil elbette.

*Genellikle günde dört saat uyurdu ve sabah kahvaltısı yapmazdı.

*En sevdiği yemek ıspanaklı tava böreğiydi.

*Her akşam saunaya girerdi.

*Göz bozukluğunun derecesi 1,5’tu ancak hayatı boyunca hiç lens kullanmadı.

*“Müziğin Paşası” lakabını 1969’daki Aspendos konserinden sonra Antalya halkı kendisine taktı. Kendisi, bu lakaptan memnun olmakla birlikte neden uygun görüldüğünü bilmediğini açıkladı.

* -“Zeki Bey, bir erkek kadın giysileri içinde sahneye çıkarsa erkekliğinden bir şey yitirir mi?” – şeklindeki Halit ÇAPIN sorusuna, Zeki Müren, ancak ondan beklenebilecek bir zeka kıvraklığıyla yanıtlıyordu: “Benim giydiklerim kadın elbiseleri değildir. Bu elbiseler, Sezar’ın, Baytekin’in, Brütüs’ün giysileridir.” –“Peki ya kulaktaki küpeler ne olacak?” H.Ç…  Zeki Müren o meseleye de “tarihi açıdan” yaklaşıyordu: “Yavuz Sultan Selim, küpe taktığı için erkek değil miydi Halit’ ciğim?” -“Yaptığınız bazı çevrelerde büyük cüret hâttâ saygısızlık olarak kabul ediliyor, ne dersiniz?” şeklindeki H.Ç sorusuna da Müren şöyle der: “Gerekirse sahneye çırılçıplak çıkabilirim!”

Bursa ‘da Zeki Müren’in kabri

TOPLUMLAR HER ZAMAN SANATÇILARDAN GERİDİR, GERÇEK SANATÇILAR DA KENDİSİ OLMAYI GERÇEKLEŞTİREBİLMİŞ NADİR VE SIRADIŞI İNSANLARDIR ZATEN… RUHUMUZA VE SANAT DÜNYAMIZA KATTIĞI GÜZELLİKLER İÇİN SONSUZ TEŞEKKÜR, SAYGI VE SEVGİYLE… VE TABİİ PEK ÇOK ÖZLEMLE… ÖYLE BİR GÜNEŞ BİR DAHA DOĞAR MI? BİLMİYORUM AMA SANDIĞIMI DA SÖYLEYEMEM… KALBİMİZDE YAŞIYOR… EKSİKLER ve YANLIŞLAR İÇİN; AFFOLA.

***Bir gazetede, hâlâ böyle uzun bir yazıyı okuyanlar varsa, ayrıca onlara da çok teşekkür ediyorum.

SUNA ÇİFTCİ

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın