Kullandığım (ya da daha güzel bir söylem seçeyim), içinde zaman zaman dolandığım bir kaç sosyal paylaşım sitesi var. Aslında herkesin orada bulunma nedeni farklı, ben de fırsat buldukça hepsinin içinden geçiyorum. Kimisinde sadece anlar var paylaşılan, kimisinde sadece kendi yazdıkları şiirler (öyle dedikleri için şiir dedim ben de,aslında pek azı bu nitelikte), kiminde sadece fotoğraf, onu yedim, bunu içtim, falanca yere gittimler falan… bunların yanında bir tweet altında uzayıp giden tartışmalar, paylaşımlar da olur bazan. Eh, bazan da neyin sanat, neyin sanat dışı olduğu gibi deriiiiin felsefi konular akıp gider bu sayfalardan. Hepsi sağolsun, varolsunlar. Kendine sanatçı diyen şarkıcılar mı istersiniz, oyuncular mı? Bu aralar kitaplarımı şöyle bir elden geçiriyorum ben de. Bir zamanlar bir set almıştım, bir arkadaşıma destek olmak için. İyi ki de almışım. Dünya kültür Klasikleri Dizisi adında bir set. Sosyal Yayınlar basmış.Üç kez basılmış epey aralıklarla, belki yine basılmıştır. Bendeki üçüncü baskı, 1987. “SANAT VE TOPLUMSAL HAYAT” adında, yazarı G.V. PLEHANOV.
Örneklemeler oldukça fazla ve hemen hepsi de şöyle bir aşinalığımız olan yazarlar, şairler ve ressamlar hakkında ilginç anlatımlar var, sanatlarını örneklerken. Mesela Flaubert için; “… Ve Flaubert ne kadar objektif kaldıysa, romanda tasvir ettiği kişiler de o kadar belge değeri kazandı. Öyle ki; toplumsal psikoloji olgularını bilimsel bir biçimde tahlil eden herkes için bu belgelerin incelenmesi bir zorunluluktur……” (sayfa.49) gibi gibi pek çok cümle var. Kimler yok ki kitapta, Puşkin, Knut Hamsun, Kübistler, Çernişevski…. Neyse. Sanatla ilgili ne kadar yazılsa, söylense de bu, dönemlerle ilgili bir algı aslında. Bana göre elbette. İnsan yaşadığı olayları, ortamı, duygularını bir şekilde dışa vurmak ihtiyacı içindeymiş ilk zamanlardan beri. Mağara duvarlarına yaptığı, taşlara oyduğu resimler kalmış günümüze dek. Güzel besteleriyle bir Mozart kalmış mesela, ama saray dalkavuğu Sallieri’yi kim bilirdi Mozart’ın düşmanı olmasa? Leonarda’nun eserlerinin karşısında hangimiz hayranlık duymadan kalırız?Geçmişten gelen bir ezgidir bazan sanat, bazan bir ağıtta kendini gösterir bazan bir sevda türküsünde can bulup içimizi titretir. Her coğrafyanın kendine dair bir sanatı var bu bağlamda. Hepsine amenna, ama bazı postmodern çalışmaları anlamakta zorlanıyorum. Bunu söylemekte hiç bir sakınca görmüyorum. Mesela, bomboş bir odada bir sandalye üstündeki bir kovanın nasıl bir sanatsal dışavurum olduğunu anlayamıyorum. Bir çuval dolusu karışık çöpün de, her yerinden urganlar sarkan bir ağacın da… Saygım var ama dediğim gibi, eğer bir resme, bir fotoğrafa, bir kitaba, bir şiire, bir şarkıya muhatap olunca bana bir şey anlatamıyorsa, yabancısı olup tavırsız kalıyorum. Hatta,verdiğim örneklerde olduğu gibiyse, anlayan birine sorma ihtiyacı duyuyorum. Gülebilirsiniz ama öyle. Şimdi burada sanat kimin için oluyor?, bence tartışılır. Sanat bir dışavurumsa, sanatçı kendini ifade etmiştir mutlaka, öyle olmalı. Herkes anlayacak diye de bir şey yok elbette. Oysa bir Renoir resminden herkes kendine dair bir algı oluşturabilir. Neyse, hepsinin yeri ayrı deyip bırakmalı sanırım.
Belki de şöyle demeli son olarak, sanat sanat içindir, çünkü geleceğe bireysel bir bırakımdır sanat adına. Sanat toplum içindir, sanatçı her daim toplumun önünde olduğu için onu belli bir yöne kanalize etmek de isteyebilir. İkisi de doğru belli açılardan. Bunun en güzel örneği de bende her zaman Bertold Brecht oldu, ülkem için de Nazım Hikmet’ tir. Her ikisi de sanatlarında hem kişisel dışavurumlarını yani aşklarını, doğa sevgilerini, duygularını yazarken; bir taraftan da toplumsal gerçekliklerden hiç uzak düşmemişlerdir. Saygıyla, diyorum. Güzellikle kalın, sanatın sevdiğiniz dallarıyla, yanlarıyla…
SUNA ÇİFTCİ
İki güzel Brecht şiiri;
“Sone
Eskiden beri alışkınım pencerede
Suyun ya da ormanın uğultusuna
Çabucak uyudum böylece
Yatıp kaldım onun uzun saçlarında
O acılı geceden çok şey kalmadı aklımda
Biraz dizinden, azıcık boynundan
Sabun kokusu siyah saçlarında
Ve onun için kulaktan duyduklarım
Yüzü çabuk unutulur demişlerdi
İnce bir şey olduğundan üstünde
Yazılmamış boş bir kağıt gibi
Yüzü pek gülmez demişlerdi
Çabuk unutulacağını bilir kendisi de
Anımsamaz kim olduğunu belki, okusa bu şiiri”
……..
“Generalim Tankınız Ne Güçlü
Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.”
-BERTOLD BRECHT